30 Nisan 2016 Cumartesi

Moleküler Biyoloji ve Genetik mi Biyoloji mi?

Genetik bölümünün daha iyi tanınması için 2012 yılında yazdığım yazıdan (http://genetikbolumu.blogspot.com.tr/2012/07/gelecegin-meslegi-genetik.html) ve blogtaki diğer yazılardan sonra pek çok kişiden e-mail aldım. E-maillerin çoğu, teşekkür e-maili idi. E-mail atanların bazıları tercih dönemindeydi ve tercihlerini buna göre revize etti. Bazıları üniversitenin ilk yıllarındaydı ve memnun olmadıkları ama bir türlü bırakamadıkları genetik bölümünü bırakmaya karar verdi. Karar verdikten hemen sonra bile içlerindeki kasvetin azaldığını söyledi. Bazıları ise köprüden önceki son çıkışı kaçırdıklarını ve bahsettiğim gerçeklerle karşılaştığını söyledi.

Teşekkür e-mailleri dışında pek çok kişi bana bu yazıyı 2012 yılında yazdığımı ve hala aynı düşüncede olup olmadığımı sordu. Bu soruyu da bu yazıda cevaplandıracağım.

Yazılarımda ve yorumlarımda genetik bölümünün yanlış tanındığını sık sık söyledim. Aslında biyoloji bölümünden pek farklı bir bölüm olmadığından bahsettim. Fakat Türkiye'deki Biyoloji Bölümü ile Moleküler Biyoloji ve Genetik (MBG) Bölümlerinin taban sıralamalarından da anlaşılacağı üzere çok farklı şeyler olduğu düşünülüyor. Aşağıdaki tablo bunun ispatıdır:


Bu tablo, MBG ve Biyoloji bölümlerinin her ikisini de aynı anda bulunduran  ODTÜ ve İstanbul Üniversitesinin taban sıralamalarını göstermektedir. Bu tabloya göre her iki üniversitede de sıralamalar arasında çok ciddi bir farklılık var. MBG'deki sıralamalar, Biyoloji'dekinin üçte biri kadar. Bunun sebebi, bu iki bölümün Türkiye'de birbirinden çok farklı bölümler olduklarının düşünülmesidir. Aslında biyoloji, MBG bölümünü bütünüyle kapsar. Moleküler biyoloji ve genetik, biyolojinin alt dallarıdır.

Türkiye'de biyoloji mezunlarının çok büyük bir kısmının işsiz kaldığını herkes bilir. Bu sebeple insanlar Biyoloji bölümünü okuyup işsiz kalmaktansa MBG'yi tercih ederek akıllıca hareket ettiğini sanır. Yani ODTÜ MBG'yi tercih eden 19.300üncü kişiye MBG yerine ODTÜ Biyoloji yazmayı düşünür müsün diye sorsak, "O kadar da düşmedim, orayı tercih edersem işsiz kalırım" diye cevap alma ihtimalimiz yüksektir. Ben Boğaziçi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümüne başladığımda, bölümün ilk günlerinde bölümü tanıtmak için MBG'li tüm öğrenciler ile tüm hocaların toplantısında, bölümün en eski ve aynı zamanda Türkiye'de kendi alanının en meşhur hocalarından Prof. Dr. A. T. bölümün kuruluşundan bahsetmişti. Boğaziçi Üniversitesi MBG bölümünün eskiden Biyoloji bölümü olduğunu ve bu sebeple yüksek puanlar alan öğrencileri çekemediklerini söylemişti. Bu nedenle daha fazla talep oluşturmak için ders programını biraz değiştirip ismini Moleküler Biyoloji ve Genetik yaptıklarını ve bunun da çok işe yaradığını söylemişti. Bence de isim değişikliği "hocalar adına" kesinlikle çok akıllıca bir harekettir. Öyle akıllıca bir hareket ki adı biyoloji olan bölüme talep yokken isim değişikliği ile aynı bölüm, birden Türkiye birincilerinin bile oltaya takılıp tercih ettiği bir bölüm haline gelmiş. Fakat bu hareket yüzünden Türkiye'de binlerce hatta o zamanlardan bu güne belki de yüz binlerce beyin hem kendi adına hem de Türkiye adına çok daha faydalı olabilecekken, tüm idealistliğini kaybedip geçineyim de ne iş olursa olsun yaparım mantığında yaşamak zorunda kalmıştır.

MBG ile Biyoloji bölümlerinin aslında çok farklı bölümler olmadıklarını farklı bir şekilde daha göstereyim. Aşağıdaki tabloda ODTÜ MBG ve Biyoloji bölümlerinde verilen dersler yer alıyor:


Bu tabloda yeşil ile işaretli olan dersler her iki bölümde ortak olan derslerdir. Beyaz olanlar ise o bölümü diğerinden ayıran derslerdir. Bu işle azıcık alakalı olan birine sorsanız, beyaz ile işaretli derslerin birbiri ile iç içe dersler olduğunu söyler. Yani mesela biyoloji bölümündeki Cell Biology ile MBG'deki Molecular and Cellular Biology derslerinin büyük bir kısmı örtüşüyor. MBG'deki genetik dersleri ile biyoloji bölümündeki genetik dersleri de aynı şekilde büyük oranda örtüşüyor. Ders programına daha detaylı bakınca derslerin çoğunun kodunun da aynı olduğunu görürsünüz. Çünkü bu dersler Biyoloji ve MBG bölümlerinde ortak olarak verilir. Yani MBG ve Biyoloji öğrencileri aynı sınıfta aynı hocadan aynı dersi alır. Sonuç olarak insanların biyoloji bölümünden çok farklı olduğunu düşündüğü MBG bölümü, biyoloji bölümü ile neredeyse aynı içeriklere sahip derslerden oluşur. Biyoloji ile MBG arasındaki bu küçük fark herhangi bir yerde MBG öğrencisini Biyoloji öğrencisinden üstün kılmaz. Ben hayatımı bilime adayacağım, yurt dışında araştırmalar yapacağım diyen bir MBG'liye biyoloji mezununa göre üstünlük sağlamaz. Çünkü yüksek lisans/doktoraya kabul komitelerindeki kişiler aradaki farkı kapatmanın hiç zor olmadığını bilir. Hatta bu farkı fark olarak bile görmez. Ben hayatımı bilime adamayacağım ama piyasada bir iş bulmak istiyorum diyen bir MBG'li için de bir üstünlük sağlamaz. Çünkü Türkiye'de küçük farkı önemseyecek kadar özelleşmiş bir piyasa yok. Zaten Türkiye'de bu derslerin yarısını alsanız bile piyasa için fazlası ile yeterli konuma gelirsiniz. Kısa bir süre önce Anadolu üniversitelerinin birinden mezun bir MBG'li piyasada 2 yıllıklarla aynı kefeye konulduklarını söylemişti. Sonuç olarak biyoloji bölümü ile MBG bölümü mezunlarının her ikisini de biyoloji mezunu olarak kabul edebiliriz. Öyle bir durumda illaki MBG tercih edeceğim diyen birine MBG yerine daha iyi bir okulda biyoloji bölümü tercih etmelerini öneririm. Yani 56.500üncü sırada olan birinin yukarıdaki tabloya göre İstanbul Üniversitesi MBG yerine ODTÜ Biyoloji bölümünü tercih etmesi daha mantıklıdır. Bu sayede daha iyi bir üniversiteden mezun olup bölümün bir işe yaramadığını görmeniz durumunda üniversiteden dolayı işe alınma ihtimalinizi arttırmış olursunuz.

Boğaziçi Üniversitesinin uyguladığı dahiyane isim değiştirme fikrini son zamanlarda neredeyse tüm üniversiteler uygulamaya başladı. Çünkü sadece isim değiştirerek biyoloji bölümü bir gecede herkes tarafından daha iyi olduğu düşünülen MBG'ye dönüşebiliyor ve bu sayede bölüm daha iyi öğrencileri çekebiliyor. Biyoloji bölümü iken doldurulamayan kontenjanlar isim değişikliği ile doldurulabiliyor. Aşağıdaki tablo MBG ve Biyoloji bölümlerinin kaç üniversitede kaç kontenjana sahip olduğunu gösteriyor:


Benim üniversiteye yerleştiğim 2005 yılında Türkiye'de 6-7 üniversitede Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü vardı fakat bugün 45 üniversitede MBG bulunuyorken 35 üniversitede biyoloji bölümü bulunuyor. 45 üniversiteyi araştırdığınızda büyük bir kısmının biyolojiden MBG'ye dönüştürüldüğünü görebilirsiniz. Ayrıca 45 üniversitenin MBG için ayrılan 2077 kontenjanı varken 35 üniversitenin 1378 kontenjanı biyoloji için ayrılmış. Yani her yıl yaklaşık 2000 kişi MBG öğrencisi olacak ve 4 sene sonra piyasaya işsiz kalma potansiyeli yüksek 1300 biyoloji mezununa, işsiz kalma potansiyeli yüksek 2000 MBG mezunu eklenecektir. Türkiye'de istihdam edilemeyecek kadar insan piyasaya sürülüyor olmasına rağmen her geçen sene Türkiye'deki MBG bölümüne bir yenisi ekleniyor. Hal böyleyken, MBG bölümünün durumu 2012 yılından sonra özellikle mezunlar için bırakın ilerlemeyi gerilediğini söylemek hiç yanlış olmaz.

Peki yurt dışında durum nasıl? Benim dönemimden bir arkadaşım bu sene ABD'de doktorasını tamamlayıp döndü ama bu arkadaşım doktorasını tamamladıktan sonra genetik bölümünü bırakmaya karar verdi. Çünkü bu bölüm ile ne Türkiye'de ne de ABD'de hiçbir yere varılamayacağını benim gibi gördü. Bu bölümün durumunun ABD'de de çok kötü olduğunun diğer bir göstergesi de ana yazıda bahsettiğim post-doktora süresidir. Post-Doktora, doktora ile yardımcı doçentlik arasındaki geçirilen zamandır. Doktorasını almış birinin yardımcı doçent olabilmek için diğer doktoralı rakiplere göre bir üstünlük sağlayıp üniversitelerden yardımcı doçent olarak kabul edilebilmesi için geçirilen süredir. Yani bilim adamı olmak isteyen biri için tam bir zaman kaybıdır. Ben bu süreyi vasıflı kölelik olarak da tanımlıyorum. MBG bölümünde arz/talep dengesi aşırı derecede kaçırıldığından ve piyasanın ihtiyacının çok üstünde kişi piyasaya sürüldüğünden bu bölümde çok fazla rekabet vardır. Bu yüzden normalde bölümlerin çoğunda zorunlu olmayan post-doktoranın MBG gibi bölümlerde yapılması zorunludur. Post-doktora boyunca bir profesör, doçent ya da yardımcı doçent'in öğrencisi olarak çalışılır. MBG'den doktorasını alıp birkaç ay önce dönen arkadaşım, MBG bölümlerinde 6-7 yıllık doktoradan sonra post-doktoranın 10 seneyi çok rahat bir şekilde bulmaya başladığını söyledi. Zamanla bu sürenin daha da artacağını düşünüyorum. Bu da doktorasını 30 yaşında tamamlayan birinin 40 yaşında yardımcı doçent olabildiği anlamına gelmektedir.

Ben 2005 yılında MBG'ye başladığımda umutsuz değildim. Şu an kötü bile olsa mezun olana kadar 5 sene içinde çok şey değişir, gelişir diye düşünüyordum. Mezun olduğumda ne yazık ki düşündüğüm gibi olmamıştı. Aynı şekilde 2012 yılındaki yazımdan sonra MBG hakkındaki düşüncelerim de geçtiğimiz yaklaşık 4 sene içinde olumlu yönde gelişemedi. Aksine, açılan yeni üniversiteler ve artan kontenjanlarla umudumu daha da kaybettim. Bu yüzden ben hala Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünden olabildiğince uzak durulmasını öneriyorum. Eğer illaki ben genetikçi olmak istiyorum derseniz de aslında ne Türkiye'de ne de yurt dışında biyoloji mezunundan farkınızın olmayacağını bilip buna göre tercih etmenizi öneririm.


12 Haziran 2014 Perşembe

Vasıflı Köleliğin Resmi

2 yıl önce yayımladığım yazıda aşağıdaki grafiği yayımlayıp genetik (biological sciences) bölümünden doktorasını almış olan kişilerin yardımcı doçent olabilmek için post-doktora yapmak zorunda olduğunu söylemiştim. Ayrıca, post-doktoranın zaman kaybı olma sebebini de anlatmıştım. Post-doktora yapan kişilerin durumlarının kötü olduğundan da bahsetmiştim.

Aşağıdaki grafikler genetik bölümünden doktora alan kişilerin hızla yığılmaya devam ettiğini göstermektedir. 2005 yılında yapılan araştırmada ABD'de post-doktora yapan kişilerin % 46,3'ü genetik (biological sciences) alanında post-doktora yaparken 2008 yılında yapılan araştırmada bu oran % 54'e yükselmiş. (Cell and moleculer biology: %10, biochemistry and biophysics: %8, Microbiology: %4, Genetics, animal and plants: %3, physiology and pathology: %3, agricultural and food sciences: %2, Pharmacology: %2, Botany: %2, other biological sciences: %20) Yani 3 yılda % 7,7 oranında yükselmiş. Yani yılda yaklaşık % 2,6 oranında bir artış var. Bu sayı 2008'de % 54 ise şu an, yani 2014 yılında yüzde 60'ı bulmuştur diye düşünüyorum. 

Bu oran bu kadar yüksek iken insanların hala büyük resmi göremeyip hala ısrarla genetik peşinden koşmasını anlamıyorum. Bu oran genetikle uğraşanların köle olarak kullanıldığını göstermiyorsa neyi gösteriyor? Üstelik bu kişiler üniversite mezunu hatta doktora mezunu olduğundan vasıflı insanlardır. Vasıflı ama köle olarak kullanılan insanlar, yani vasıflı köle olarak kullanılıyorlar. Genetik bölümünden mezun olan kişilerin 5-10 yıl civarında post-doktora yaptığını söylemiştim. minimum 5 yıl süren doktora ve minimum 2 yıl süren master programını da dahil ettiğimizde, genetik bölümünü tercih edenler, ömürlerinin yaklaşık 15 yılını vasıflı köle olarak harcıyorlar. Bu durumu hazmedebiliyorsanız buyurun, devam edin...




6 Mayıs 2014 Salı

Genetik Öğrencisinden Gelen Bir Yazı

  • merhaba. umarım sabredip mesajımı okursunuz çünkü cidden sıkıntılı bir durumdayım ve kafamdaki korkuları yazıp, danışmaya, akıl almaya ihtiyacım var. siz işin fazlasıyla içinde bulunmuş bir mbg mezunusunuz, hayalperest olmayan realist bir insan olduğunuz kanaatine vardım ki kesinlikle çok sert bile olsa realist görüşlere ihtiyacım var.
  • size moleküler biyoloji ve genetik hakkındaki blog yazınız sebebi ile yazıyorum. yazınız bölümü seçtiğimden beridir 3-4 defa farklı zamanlarda farklı vesileler ile karşıma çıktı ve ben gerçeği kabullenmek istemedim, görmezden gelmeye çalıştım, pozitif bakmaya çalıştım ancak buraya kadarmış. *********** üniversitesi 3.sınıf mbg öğrencisiyim ve aşağı yukarı son 5-6 aydır yaşadığım hayattan nefret etme noktasına geldim çünkü gerek sizin yazınızda belirttiğiniz şeyler gerekse benim bölümümde gözlemlediklerim üst üste bindiği zaman tercih döneminde çok vahim bir hata yaptığımı hissediyorum. puanım tıpa yetiyordu ve ailemle, özellikle babamla çok yıpratıcı tartışmalar yaşaya yaşaya inat ederek bu bölümü seçtim. çok bilinçsizce ve ortamdan bihaber şekilde ben kanser çalışacağım vs diye tutturdum. tabi öyle konuşmakla olmuyormuş ki bundan zaten siz bahsetmişsiniz uzun uzun.
    beni kahreden kısma yoğunlaşmak istiyorum. bir sene hazırlık ile birlikte bu bölümde 4.senemi dolduracağım. ve bu 4 sene sonunda kesin olarak anladım ki ben hayat boyu uzun saatler süresince devletin adam akıllı destek dahi vermediği bir alanda çok yoğun çalışmaya, 30lu yaşlarıma kadar hayatımı tam anlamıyla kuramamış olmaya, çok ekstrem olduğunu düşündüğüm bir bilim dalı hakkında aslında bilmekten gurur duymayı umduğum şeyler öğrenirken halk/çevrem tarafından uzaylı gibi karşılanmaya, anlaşılmamaya (bölümümü soranlara mbgdeyim dediğim zaman aldığım absürt tepkileri siz zaten biliyorsunuzdur) ve bütün bunlara göğüs gererken maddi anlamda tatmin olmamaya aldırış etmeyecek kadar idealist değilmişim. 4 seneyi kaybettiğimi düşünmek mideme sancılar girmesine sebep oluyor. bir ilkokulda sınıf öğretmeni olduğumu dahi hayal etsem kat kat fazla mutlu ve huzurlu olurdum diyorum. bırakıp gitmek için can atıyorum ancak aileme bunu nasıl açıklayacağım bilmiyorum. babam işçi ve iki hafta içinde emekli olacak annem ise ev hanımı. onlara yük olmak kabus gibi geliyor zaten bir an önce kendi işimde olmak ve kendi paramı kazanmak arzusu içindeyim ama bırakırsam bu kısa vadede mümkün olmayacak. aileme eh ben zamanında sizi dinlemedim mbg yazdım ama şimdi de pişman oldum haydi beni en az 4 sene daha finanse edin mi diyeceğim? en azından ilk seneden gerçekle yüzleşebilmeyi nasıl da isterdim şu an çok vakit kaybettiğimi düşünüyorum.
    lütfen beni ciddiye alıp fikirlerinizi paylaşın. ben bu bölümü bıraksam ve başka bir bölüm için tekrar sınava girsem nasıl bir durumun içine kendimi sokmuş olacağım sizce? değer mi? değeceğine karar verirsem hiç beklemeden bölümü bırakacağım ve sizin de fikrinize çok ihtiyacım var. veya bırakmayıp buradan devam etsem kendime alternatif yaratabilecek miyim? yaratabileceksem eğer ne yapabilirim acaba? seçenekler konusunda bilgi alabilir miyim? hayat boyu mutsuzluktan saçımı başımı yolarak yaşamaktan çok korkuyorum. bölümümü, öğrendiğim şeyleri çok seviyorum çok keyif verici bir lisans hayatı yaşayabilirdim şartlar böyle olmasaydı ancak gelecek kaygısı hepsini ezip geçiyor.
    eğer buraya kadar okuduysanız cidden çok teşekkür ederim umarım ilgilenirsiniz.
    cevabınızı bekliyorum

30 Nisan 2014 Çarşamba

Genetik Bölümünün ÖSYS Sıralamasının Analizi

Bizden 10-20 yaş büyük kişilerden duymuşsunuzdur. Bizim zamanımızda ÖSYS'nin Türkiye birincileri genetik bölümünü tercih ederlerdi diye. Fakat şu an öyle değil. Burada genetiği tercih edenlerin değişmesinin ne anlama geldiğini yorumlayacağım. Bu bölümde Türkiye'nin en iyi okullarından Bilkent Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesindeki genetik bölümlerine olan talebin yıllara göre nasıl değiştiğini inceleyeceğim. Aşağıdaki tablolarda genetik bölümünün yıllara göre son yerleşen öğrencinin Türkiye geneli sıralaması ile yıllık kontenjanı verilmiştir. Tablolarda son 7 yılın verileri bulunmaktadır. (Aslında son 10 yılın yerleştirme sonucunu analiz etmek istiyordum fakat 2006 öncesinin yerleştirme sıralamasının listesine ulaşamadım.) Bu tabloların sağında ise tabloların grafiğe dönüştürülmüş hali vardır. Grafikte kırmızı çizgiler bölüm sıralamasının değişimini gösterirken beyaz çizgiler ise bu değişimin nasıl bir trend izlediğini yani ileride nereye doğru gittiğini göstermektedir.

Aslında bu grafikleri pek yorumlamaya gerek yok. Çünkü her şey ortada. Genetik bölümünün kontenjanı çok fazla artmamış olmasına rağmen bu bölüme yerleşen kişilerin sıralaması bariz bir şekilde yükseliyor. Trend çizgilerinden de anlaşıldığı üzere genetik bölümünü kazananların sıralaması artma eğilimini gösteriyor. Peki bu durum ne anlama geliyor? Bu durum genetiğe olan talebin her yıl azaldığını ve önümüzdeki yıllarda daha da azalacağı anlamına gelmektedir. Peki yaklaşık 10 sene önce Türkiye birincileri bu bölümü seçerken şu an bu kişilerin bölümün yüzüne bakmamalarının sebebi nedir? Bölümün ilk kurulduğu zamanlarda yeterince tanınmamasından dolayı insanlar bu bölümü tercih ediyordu. Fakat zamanla bölümün aslında sürekli bahsedilenden yani geleceğin mesleği olma olgusundan çok uzak bir bölüm olduğunu göstermiştir. Boğaziçi Üniversitesindeki hocalarımdan biri, bölüme başladığım ilk günlerde üniversitedeki biyoloji bölümünün yıllar önce genetik bölümüne dönüştürüldüğünü ve bunun yapmasının sebebinin ise insanları çekmenin daha kolay olması olduğunu söylemişti. O zamanlarda bu tuzağa ben de düşmüştüm. Demek ki genetik bölümünün kurulduğu ilk yıllarda, Türkiye birincileri bile bu tuzağa düşüyormuş. Ama grafiklerden de anlaşılacağı üzere, bu bölümün isminin çekiciliğine aldanan kişi sayısı yıllar geçtikçe azalıyor ve daha da azalacak.





2 Temmuz 2013 Salı

Amerikalı bir profesörün bilim ile ilgili yazısı


Amerikalı profesörün bilim ile ilgili yazısını İngilizce'den Türkçe'ye tercüme ettim. Umarım yararlı olur.
Referans:
http://wuphys.wustl.edu/~katz/scientist.html


BİLİM ADAMI OLMAYIN

Bilim adamı olmayı mı düşünüyorsunuz? Dünyanın nasıl olduğunu, doğanın gizemli sırlarını açığa çıkarmayı, deneyler yapıp hesaplamalar yapmayı mı istiyorsunuz? Unut gitsin!

Bilim eğlenceli ve heyecan vericidir. Keşif heyecanı benzersizdir. Eğer akıllı, tutkulu ve çalışkan iseniz bir bilim dalında üniversite okumalısınız. Fakat  bu durum bir dereceye kadar göze alınabilecek bir durumdur.Mezun olduktan sonra gerçek dünya ile karşılaşacaksınız. Yani doktora yapmayı aklınızdan bile geçirmemelisiniz. Bunun yerine başka bir şey yapmayı düşünün. Mesela tıp, hukuk ya da bilgisayar gibi bir mühendislik okuyun. (NOT: ABD’de tıp gibi bölümler için önce bilimle ilgili bir bölümde üniversite eğitimi almak gerekmektedir. Yani bu durumu Türkiye'nin durumuna göre yorumlayacak olursak, profesör bilimle ilgili bir bölüm okumadan tıp, hukuk, mühendislik ve benzeri bölümlerin tercih edilmesini öneriyor.)

Benim gibi alanında başarılı bir profesör neden sizin bilim adamı olma hevesinizi kırmak ister? Çünkü devir değişti. Ben doktoramı 1973 yılında tamamladım ve 1976 yılında doçent oldum. Amerika'daki bilim artık mantıklı bir kariyer sunmuyor. Eğer bilim adamı olacak olursanız, sizden beklenen hayatınızı bilimsel araştırmalar için adayıp hüner ve merakınızı önemli ve ilgi çekici soruları cevaplamak olacaktır. Sonuç neredeyse kesinlikle hüsrana uğramak olacaktır (Özellikle başka bir kariyer seçmek için geç kalmış iseniz).

Amerikan üniversiteleri olarak iş olanaklarının yaklaşık iki katı kadar kişiye doktora eğitimi veriyor (NOT: Şu an bu katsayı eminim ki ikinin çok çok üstündedir.) Bir şey ya da insanlar piyasayı ihtiyacın üstünde doldurduğunda, bu şeyin ya da insanın değeri düşer. Bu durumun bilimdeki durumunun post-doktorada ekstra olarak zaman harcamak şeklinde olacaktır. Bu alandaki işler için artık eskisi kadar maaş ödenmiyor. Eskiden doktoradan iki yıl sonra (eskiden bu yaş 25 civarında iken şu an 30’un üstündedir) doçent olarak iş bulunabilirken artık genç bilim adamlarının ek olarak beş, on hatta bazen daha fazla zaman harcayıp post-doktora yapmaları gerekmektedir. (NOT: kesinlikle doğru. ABD’de 40 yaşlarında olan çok fazla post-doktora öğrencisi gördüm.) Kalıcı bir iş bulma ihtimalleri yoktur. Hatta yeni bir post-doktora için çoğunlukla her iki yılda bir başka bir okula geçiş yapmaları gerekmektedir.

Örnek olarak, benim bölümümdeki önde gelen iki yardımcı doçent adayından bahsetmek istiyorum.Biri 37 yaşında idi fakat yardımcı doçent olarak kabul edilmedi. Diğeri herkesin çok zeki ve başarılı olduğunu düşünülen 35 yaşındaki kişi doktoradan sonra post-doktorada yedi yıl harcadı. Ancak bu yaştan yardımcı doçent olarak kabul edildi ve 6 yıl sonra kalıcı bir iş olan doçentliğe kabul edilme ihtimalini elde edebildi. (NOT: ABD’de yardımcı doçentlik Türkiye’deki gibi kalıcı bir iş değildir. Yardımcı doçentler her an işten atılabilir.) Ayrıca, her iki yılda bir iş arama hengamesine girmiş oldu. Bu konudaki en son örnek 39 yaşında ve 35 makale yayınlamış yardımcı doçenttir. Tam aksine, bir medikal doktor 29 yaşında muayenelere başlar ve bir avukat 25 yaşında işe başlar, doktorası olan bir bilgisayar mühendisi 27 yaşında çok iyi bir iş sahibi olur. (Bilgisayar mühendisliği ve mühendisliklerin bazılarında doktora yapmak endüstriyel piyasa açısından mantıklı olabiliyor.) Bilimde başarılı olmasını sağlayan zekası, tutkusu, isteği ve çalışkanlığı olan herkes saydığım diğer tüm alanlarda da başarılı olabilir.

Tipik bir genetikçi post-doktora öğrencisinin maaşı yıllık $27,000’dan (% 40 a varan vergiler dahildir) başlar (NOT: bu miktar şu an $35,000 civarındadır) ve fizik bölümündeki post doktora öğrencisinin yıllık maaşı $35.000 (% 40 a varan vergiler dahildir) civarındadır. (Doktora öğrencilerinin maaşları vergiler dahil $25.000 civarındadır.) Bu maaşla bir aile geçindirebilir misiniz? Bu miktar genç bir çiftin küçük bir dairedeki masraflarını karşılayabilir. Hatta tanıdığım bir fizikçinin eşi post-doktora için sürekli taşınmalarından dolayı onu terk etti. Yaşın otuz civarında olduğunda daha fazlasına ihtiyaç duyacaksınız: iyi bir okula yakın güzel bir ev ve orta düzey bir ailenin ihtiyacı olan tüm gereklilikler. Bilim bir meslektir. Bir din ya da hizmet aracı değildir. Bilim fakirlik ve bekarlığı aklayan bir yemin değildir.

Tabii ki zengin olmak için bilim adamı olunmaz. Bu yüzden her ne kadar bir hukukçu ya da doktor sizin iki hatta üç katınızı kazandığı halde siz bilim adamı olarak (çok şanslı olup iyi bir iş bulduğunuzu farz ediyorum) hukuk ya da tıp okumayı tercih etmediniz. Ben de bu tercihi yaptım. Ben benim ilgimi çeken ve özgürlüğümü kazandığım problemlerle uğraşmak ve için bilim adamı oldum. Fakat siz büyük ihtimalle bu özgürlüğe sahip olamayacaksınız. Bir post-doktora öğrencisi olarak diğer kişilerin düşünce ve görüşlerine göre yaşamak zorunda kalacaksınız. Hatta bir bağımsız bilim adamı olmaktan ziyade bir teknisyen (yani laboratuvarın her türlü sıradan işlerini yapan sıradan biri) olduğunuz düşünülecektir. Sonuç olarak belki de bilimden tamamen dışlanacaksınızdır. Bir bilgisayar programcısı olarak güzel bir iş bulabilirsiniz, fakat bunu neden 22 yaşınızda değil de on yıllık bir sefillikten sonra yapasınız? Bilimde ne kara uzun bir süre harcarsanız bilimden ayrılma ihtimalinizi o kadar düşürür ve diğer sektörler için siz o kadar az çekici olursunuz.

Belkide siz post-doktora tuzağını geçebilecek kadar yeteneklisinizdir. (Endüstriyel piyasada çok çok az iş imkanı vardır.) Bazı üniversiteler yaptıklarınızdan çok etkilendi ve sizi 2 yıllık post-doktoradan sonra işe aldı diyelim. Fakat bilim dünyasının genel olarak düşük değerlendirmesi yüzünden en yetenekli yardımcı doçent bile uzun bir süre post-doktora hengamesine geri dönebilir. Bu şartlardaki meslekleri düşünün. Ve çok yetenekli olan çoğu kişiler yani yüksek notları ve çok iyi referansları olan kişiler daha sonra bilimdeki rekabetin diğer sektörlerdekinden çok daha zor olduğunu görüyorlar.

Diyelim ki sonunda kalıcı bir meslek olan doçentliğe kabul edildiniz. Şimdi de iş bulmak için yaşanan sıkıntılar araştırmalarınız için ihtiyaç duyduğunuz fonların bulunmasındaki zorluğa dönüşüyor ve bu sıkıntıları yaşayan fazlasıyla bilim adamı var. Şimdi de bilim yapmak yerine yapmayı düşündüğünüz bilimle ilgili planlarınızı anlatan yazılar yazmaya başlıyorsunuz. Daha da kötüsü, sizin planlarınız sizin rakipleriniz tarafından yargılandığı için rakipleriniz planlarınızı onaylamayıp size fon verilmesini engelleyebilir ve bu yüzden merak ve isteğiniz birden sönebilir. Ayrıca tüm eforunuzu ve yeteneğinizi önemli soruları cevaplamak yerine yapılan eleştirileri saptırmayı umacaksınız. Geçmişteki başarılarınızı bilimsel planlarınıza ekleyemezsiniz. Çünkü başarılarınız tamamlanmış işlerdir ve yeni planlarınız tamamlanmamış ve ispat edilmemiş planlardır. Orijinal fikirler bir bilimsel plan için ölüm öpücüğüdür diye atasözü gibi bir söz vardır. Çünkü bu fikirler henüz işe yarayıp yaramayacakları ispatlanmamış fikirlerdir (aslında çalışacağı senin bilimsel olarak planlayıp sunduğun şey olacaktır.) fakat bu fikirler çok düşük ve değersiz olarak notlandırılabilir ve fon almanızı engelleyebilir. Diyelim ki bu fonu yine de elde ettiniz, bu durumda da sonuç olarak siz beklemediğiniz şeyle karşılaşmış olacaksınız.

Peki ne yapılabilir? Her genç için yani bilimde kalıcı bir işi olmayan kişiler için yapılacak ilk şey başka bir sektörde iş arayışına girmesidir. Bu durum sizi hayal kırıklıklarıyla dolu beklentilerin olduğu sefilliklerden kurtaracaktır. Genç Amerikalılar bilim dünyasında kötü sonuçların olduğunu ve orta düzey yaşam kalitesinin olmadığını fark ediyorlar ve bu yüzden bilimden ayrılıyorlar. Eğer siz de aynı şeyi yapmadıysanız, hemen siz de bunu yapın. Doktorayı, kendi ülkelerinin çok kötü durumda olduğu ülkeler olan Hindistan ve Çin gibi ülkelerin vatandaşlarına bırakın. Benim şimdiye kadar fizik bölümünde doktorasını alıp hayatını mahveden tanıdığım kişi sayısı uyuşturucu bağımlılığından dolayı hayatını mahveden kişi sayısından daha fazladır. (NOT: bu durum genetik için de geçerli.)

Eğer bilim düyasında bir liderlik pozisyonunda iseniz, araştırmalara fon veren kurumların daha az doktora öğrencisi eğitmesini sağlamaları konusunda onları ikna etmeye çalışmalısınız. Bilim adamlarının ihtiyaçtan fazla olmasının sebebi, bilimsel araştırmalara fon ayıran kurumların politikalarına tamamen bağlıdır. Çünkü neredeyse tüm doktora öğrencileri devlet tarafından verilen bilimsel fonlar ile eğitiliyor. Fon veren kuruluşlar bilim ile ilgilenen genç kişi sayısının az olduğundan ağlayıp sızlanarak şikayetçi olmalarına rağmen aslında bu azlığın asıl sebebi onların bilimi bir kariyer yapma ihtimalini azaltmalarından kaynaklanmaktadır. Bu durumu, eğitilen bilim adamı sayısını ihtiyaç ile dengelemeleri durumunda düzeltebilirler. Fakat onlar bunu yapmayı reddediyorlar. Hatta problemi tartışmayı bile reddediyorlar. Sonuç olarak, bilim adamı olması gereken en iyi genç insanlar bunu yapmayı reddetmek zorunda kalıyorlar. Ve doktora programları zayıf Amerikan ve Amerika vizesi ile cezbedilmiş yabancı öğrenciler ile dolmuş oluyor.


Jonathan I. Katz
Fizik Profesörü
Washington Üniversitesi, St. Louis, Mo.
katz@wuphys.wustl.edu

27 Temmuz 2012 Cuma

"Geleceğin Mesleği" Genetik

Aşağıdaki linkteki habere göre 2012 LYS Türkiye birincisi genetik yani "geleceğin mesleğini" okumak istiyormuş.


Bu çocuğun aldığı kararın ne kadar yanlış bir karar olduğunu tecrübelerime dayanarak anlatmak istiyorum. Ben Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünden 2010 yılında mezun oldum. Lisans eğitimim sırasında Boğaziçi Üniversitesi, Harvard ve MIT’de stajlar yaptım. Mezun olduktan sonra ise Northwestern Üniversitesinde 1 yıl araştırma görevlisi olarak çalıştım. Değerlendirmemi buralardaki tecrübelerime dayanarak yapıyorum. 

Türkiye’de insanlar genetik bölümünü çok yanlış tanıyor. Herkes genetik bölümünün geleceğin mesleği olduğunu ve dünya genelinde çok değerli bir bölüm olduğunu düşünüyor ama bunun sebebi insanların bu bölümü yeterince tanımıyor olmasıdır. Genetik bölümü, aslında ne ABD'de ne de Turkiye'de düşünüldüğü kadar değerli bir bölüm değil. Hatta genetik, sürekli bahsedilen geleceğin mesleği olmaktan çıkıp ABD'de bile geçmişin mesleği haline gelmiş bir bölüm. Çünkü şu an, ABD'de tıp okumaya parası yetmeyenler bu bölümü tercih ediyor. Yani ABD'deki insanlar genetiğin geleceğin mesleği olmadığının farkında. Bu yüzden özellikle krizden sonra bu bölümün bütçesi yüksek oranda düşürüldü ve düşürülen bu bütçe tıpçılara devredildi. Bunun sebebi, genetik bölümünde yapılan araştırmaların direkt olarak hastalarda uygulanabilecek araştırmalar olmaması.

Bu bölümü okuyan kişilerin hayali genelde ABD'de akademisyen olmaktır. Bu yüzden bu bölümün neden düşünüldüğü kadar değerli olmadığını ilk olarak ABD'de akademisyen olan genetikçilerin durumundan bahsederek başlayacağım. Türkiye’den ya da ABD'den genetik lisans derecesini almış olan kişilerin doktora yapabilmesi için genellikle master derecesi de alması gerekmektedir. İnsanlar ABD'de master eğitimi sırasında çoğunlukla maaş almamakla kalmayıp okullarına dönemlik olarak 20.000 doların üstünde kayıt ücreti öderler. Daha sonra ABD'nin çok iyi üniversitelerinde bile doktoralarını yaparken yani PhD derecesi alabilmek için araştırma yaparken aylık olarak 1500-2000 dolar civarında maaş alırlar. Bu maaş da ABD'de sadece yalnız yaşayan bir kişi için yeten bir miktardır yani evli olan bir kişi için yetersiz bir miktardır. Ayrıca doktora eğitimi kişiye bağlı olarak 5 ile 10 yıl arasında ve ortalama 6 yıl süren bir eğitimdir. Aslında ABD'de doktora yapan kişilerin halini Simpsons dizisinde geçen bir bölüm özetlemektedir:

Genetik bölümünde doktorasını tamamlayan bir kişinin yardımcı doçent unvanı alabilmek için post-doktora yapması gerekir. Post-doktora süresi genetik bölümünde 2-3 yıldan başlayıp 10 yıla kadar devam eder ve ortalama olarak 5 yıl sürer. Bu süre sırasındaki maaşları ise 2500 dolar civarında olmaktadır. Bu miktar da ABD'de evli ve çocuksuz bir aile için ancak ucu ucuna yetebilecek bir miktardır. Post-doktora normalde rekabetin yüksek olduğu durumlarda ve yardımcı doçentlik başvurularında doktorasını almış diğer rakiplere göre avantaj sağlayabilmek için yapılır. Bu yüzden post-doktoranın yardımcı doçent olma yolunda bir zaman kaybı olduğu düşünülebilir. Çoğu bölümde insanlar post-doktora yapmaya ihtiyaç duymadan yardımcı doçent olabilmektedir. Fakat piyasada genetik bölümünden doktorasını alan çok fazla kişi olduğundan post-doktora yapmak bu bölümde bir zorunluluk haline gelmiştir. Aşağıdaki grafikte de görebileceğiniz gibi ABD'de bulunan post-doktoraların %46.3'ü genetik bölümündedir. (Genetik bölümü biological sciences yani biyolojik bilimlerden biridir.) Yani bir tarafa genetikte post-doktora yapanları koyun, diğer tarafa da aklınıza gelebilecek tüm bölümlerde post-doktora yapanları koyun. Sayı neredeyse aynı olacaktır. 

Şimdi genetik bölümünden mezun olan kişinin yardımcı doçent olana kadar kaç yaşında olacağını hesaplayalım. Üniversite eğitimi sırasında yıl kaybetmeyen insanlar genellikle 23 yaşında mezun olur. İyi ihtimalle 2 sene master eğitimi, 6 sene doktora ve 5 sene post doktora yaptıktan sonra bu kişi 36 yaşına gelir. 36 yaşına geldikten sonra da bu kişinin kaderi Türkiye’ye dönüp kadro bulabilirse bir üniversitenin biyoloji ya da genetik bölümünde yardımcı doçent olmaktır. Devlet okullarında verilen yardımcı doçent maaşı da herkes tarafından bilinir. 

Bu kişi neden Türkiye’ye dönsün ki diye sorabilirsiniz. Bu sorunun cevabı aslında ABD'de genetik bölümünden mezun olan ne kadar fazla doktora öğrencisi bulunduğunda gizlidir. Şu an Boğaziçi üniversitesi Genetik bölümünde toplam 17 doktora öğrencisi bulunuyor. (http://www.bio.boun.edu.tr/?q=node%2F315 ) Yani 6 sene içerisinde 17 kişi Boğaziçi üniversitesinden doktorasını alıp piyasaya çıkacaktır. Bu da her yıl yaklaşık 3 kişinin doktorasını alacağı anlamına geliyor. Bu sayı benim çalıştığım üniversitelerden biri olan Northwestern Üniversitesinde 100'un üzerindedir. Yani her sene Northwestern Üniversitesinde genetik bölümünden doktorasını alıp piyasaya çıkıp iş arayan kişi sayısı 100'un üzerinde. Ben sadece Northwestern'dan bahsettim. ABD'de binlerce üniversite bulunuyor ve her üniversiteden bu şekilde ihtiyaçtan çok fazla kişi doktorasını alıyor. Ondan sonra bu kişilerin post doktorasını yapıp ABD'deki üniversitelere yardımcı doçent olarak başvurduğunu düşünün. Ayrıca, üniversiteler her yıl 100’er kişi mezun ediyor ama her yıl 3-5 kişiyi yardımcı doçent olarak alıyor. Özellikle daha önce bahsettiğim gibi bu bölümün bütçesi kısıldığından 2008 krizinden sonra yardımcı doçent almayı bırakın, yardımcı doçentler işten atılmaktadır. Öyle bir durumda genetik bölümünden mezun olan kişinin ABD'de kalıp devam etmesinin ne kadar düşük bir ihtimal olduğunu düşünün. Bu kişi çok başarılı olup ABD'de yardımcı doçent olsa bile maaşı diğer bölümlerdeki yardımcı doçentlerin maaşlarından çok daha düşük olacaktır. ABD'de genetik bölümünde yardımcı doçent olan bir kişinin maaşı 4000 - 5000 dolar civarındadır. Benim şahsen ekonomi bölümünden tanıdığım bir arkadaşım, 4 yıllık doktorasını yaptıktan sonra post-doktoraya 1 gün bile harcamaya ihtiyaç duymadan ABD'deki bir üniversitede aylık 11.500 dolarlık maaşla yardımcı doçent olarak ise başladı.

İhtiyacın üstünde bir sayıda doktora verildiğinden dolayı, alanında dünyanın en meşhur profesörlerinden biri ve güvenilir bir kaynak olan bir hocam bir kaç yıl içerisinde ABD'deki tüm okulların genetikle alakalı doktora programlarına alınan kişi sayısının şu ankinin onda birine kadar düşürüleceğini söylemişti. Aslında bu durum da Türkiye'den ABD'ye genetikle alakalı araştırma yapmak için giden kişi sayısının da onda bire düşeceği anlamına geliyor. 2010 yılında Boğaziçi Üniversitesinden mezun olup doktoraya kabul edilen kişi sayısı 6-7 idi. Yani ABD'de doktoraya kabul edilen kişi sayısı düşürüldüğünde Boğaziçi üniversitesinden her sene ya sadece 1 kişi gidebilecek ya da hiç kimse gidemeyecek. Bu sayı Türkiye'deki diğer okullarda da aynı şekilde olacak.

Genetik bölümünün Türkiye’deki durumundan da bahsedeyim. En başta dediğim gibi Türkiye’de insanlar bu bölümün geleceğin mesleği olduğunu düşünüyor. Ama şunu açık açık söyleyebilirim. Bahsedilen gelecek Türkiye’ye gelmeyecek. Çünkü insanların düşündüğü gelecekte genetik mezunlarının değerli ve bol kazançlı oldukları düşünülür. ABD'deki genetikçilerin bile şu anki maaşları ortadayken Türkiye’de genetikçilerin düşünüldüğü gibi yüksek bir maaş alması mümkün değildir. Türkiye’ye bu geleceğin gelmeyecek olmasının başka bir sebebi de bu bölümün Türkiye’de piyasaya hitap eden bir bölüm olmamasıdır. Yani bu bölümden mezun olanlar sadece üniversitelerde araştırma yapabilecektir. Üniversitelerde çalışan akademisyenlerin maaşları ortadayken genetik bölümünün hayal edilen geleceği görmesi hayaldir. 

Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesinde ve ABD'deki üniversitelerde çalışmış bir kişi olarak Türkiye’deki araştırma şartlarından da bahsedeyim. Yani Türkiye’nin genetik bölümünde en iyi üniversitelerinden biri ile ABD'deki üniversiteleri karşılaştıracağım. Boğaziçi Üniversitesinde genetik bölümündeki doçentler ve profesörlerin hepsi ABD'nin ya da diğer ülkelerin en iyi üniversitelerinde çalışmış çok zeki insanlardır. Bu hocaların neredeyse hepsinin dünyanın genetik alanında en meşhur dergilerinden olan Cell, Nature ya da Science gibi dergilerinde en az bir makalesi yayınlanmıştır. Fakat Türkiye’ye geldikten sonra bu hocalarımızın bu dergilerden herhangi birinde herhangi bir makale yayınladığını ne duydum ne de gördüm. Yani problem hocalarda değil, Türkiye’deki araştırma şartlarında. Aslında bu durum bile Türkiye’deki genetik bölümünün ne durumda olduğunu özetler ama araştırma olanaklarını bir de somut bir örnekle karşılaştırayım. Genetikle alakalı yapılan araştırmaların çoğunda ihtiyaç duyulan DNA dizisini öğrenmek için geçilen aşamaları karşılaştırmak istiyorum. Ben ABD'de çalışırken DNA’yı gün içinde öğlene kadar bu işle uğraşan kuruma verince akşama kadar mutlaka sonuca ulaşıyordum. Yani sonuçlara ulaşmam 12 saat bile sürmüyordu. Ödediğimiz para ise deney başına 8 dolar idi. Bu durum Türkiye’de nasıl mı? Ürettiğim DNA’yı bu işle uğraşan kuruma verdiğimde sonuçlar 2 - 3 hafta içerisinde elimize geçiyor ve bu durumun garantisi de yok. Bazen gönderdiğimiz DNA'lar kurum tarafından kaybedilir ya da verilen sonuç eksik/yanlış olurdu. Ödediğimiz para ise deney başına 30 doları geçerdi. Bazı laboratuvarlar sonuçlara daha doğru sonuçlara daha erken ulaşabilmek için ürettikleri DNA’yı ABD'ye gönderirdi. Bu durumda da deney ücretine ek olarak yaklaşık 50 TL civarında olan kargo ücreti ödenir.

Şimdi bu deneyi yaparken bir Amerikalıya göre nelerin farklı olduğuna bakalım. İlk olarak zaman kaybedilir. Amerikalının 12 saatten daha kısa sürede yaptığı işi Türkiye’de 2 - 3 haftada yapabiliyoruz. Bir malzeme siparişi verdiğinizde ABD'de o malzeme 1 günden kısa sürede araştırmacının eline geçerken Türkiye’de siparişi verilen çoğu malzeme için 1-2 hafta hatta bazen aylarca beklemek gerekir. Yapılan deneylerin her aşamasında buna benzer beklemeler vardır. Zaten Türkiye’de yapılan deneylerin ABD'de yapılanlara göre çok daha uzun sürmesinin temel sebebi budur. Deneyin her aşamasında buna benzer beklemelerin olduğunu düşünecek olursanız ABD'de 1 yılda bitirilebilen deneylerin Türkiye’de 5 yılda neden bitirilemediğini kolayca anlayabilirsiniz. Bu fark dışında Türkiye’deki laboratuvarların bütçesi ABD'ye göre çok çok daha düşüktür. Benim Northwestern’daki hocam şahsen bana araştırma yapmak için 1,3 milyon dolarının bulunduğunu ama bu paranın yeterli olmadığını ve daha fazlası için başvurular yaptığını söylemişti. Türkiye’de herhangi bir genetik bölümündeki bir hocanın eline araştırmalarında kullanabileceği 100 bin TL geçse bayram eder. Aslında Türkiye’nin içler acısı halini TÜBİTAK’ın sadece genetik değil, kimya, elektronik, ekonomi, bilgisayar vb. aklınıza gelebilecek tüm bölümler için ayrılan bütçesinin 450 milyon doların altında olması göstermektedir. Yani çok az parası olan Türk laboratuvarları Amerikalının çok çabuk ve çok ucuza aldığı malzemeleri çok daha geç ve kat kat daha pahalıya alıyor. Bu yüzden Türkiye’de yapılan araştırmalar, ABD'ye göre kat kat pahalıya mal olup çok daha uzun sürmektedir.. 

Tamam, Türkiye’de genetiğin durumu çok kötü de her yıl genetikten mezun olanlar ne yapıyor? Bu kişilerden biri olarak neler yaptığımdan bahsedeyim. Genetik bölümünde akademisyen olmanın ne kadar mantıksız olduğunu gördükten sonra akademisyenliği bırakıp iş başvuruları yapmaya karar verdim. Daha önce de dediğim gibi Harvard, MIT ve Northwestern da bir buçuk yıl çalışmış olmama, Boğaziçi üniversitesinden mezun olmama ve iyi düzeyde İngilizcemin olmasına rağmen ben tam 1 yıl boyunca iş aradım. Genetikle alakalı ve alakasız abartısız 200'ün üzerinde iş başvurusu yaptım. Bunların çok çok büyük bir kısmı başvurumu değerlendirmeye bile almadı. Bir kaç firma bana iş teklifinde bulundu ama önerilen en yüksek maaş, asgari ücret 1000 TL civarında iken 1500 TL idi. Ki bunu öneren firmalar da genetikle alakalı değildi. Ben de doğal olarak 1500 TL için buralarda okumadım diyerek reddettim. Şu an ise özel bir üniversitede farklı bir bölümde araştırma görevlisi olarak çalışıyorum. Ben genetik bölümü için 6 sene harcadıktan sonra bölümümü değiştirebildiğime cidden çok seviniyorum. Kendimi diğer genetikçi arkadaşlarıma göre çok daha şanslı sayıyorum çünkü Boğaziçi genetik bölümünden mezun olan arkadaşlarımın yaklaşık yarısı akademisyenliği seçip master yapmaya karar verdi fakat çoğunun bu yolu tercih etmesinin tek sebebi başka alternatiflerinin bulunmuyor olmasıydı. Çünkü piyasada çalışmak isteseler yıllar önce ÖSS’den aldıkları puanları fazlasıyla yeterli olmasına rağmen beğenmeyip tercih etmedikleri TIP bölümünden mezun doktorlara 1000 -1500 TL maaşla ilaç tanıtımı yapacaklardı. Bölüm birincisi olan arkadaşım bile bunların farkında olduğu için bölümünü değiştirmek için çok uğraşmıştı fakat pes edip başka alternatifim yok diyerek az önce bahsettiğim yolu seçti ve ABD'ye doktora yapmaya gitti.

Peki, bu alanda araştırma yapmak isteyen biri genetik bölümünü tercih etmek yerine ne tercih etmeli? Kesinlikle tıp tercih etmeli çünkü tıptan mezun olan insanlar da genetikçilerin yaptıkları araştırmanın tıpatıp aynısını yapabiliyor fakat onlar doktor olarak yaptıklarından dolayı maaşları, araştırma bütçeleri ve prestijleri kat kat fazla oluyor. Ayrıca önemli olan şöyle bir nokta var. İnsanlar genellikle üniversite tercihi yaptıklarında Türkiye’deki eğitim sisteminin kalitesizliğinden dolayı gerçekten araştırmacı olmak isteyip istemediklerini bilemiyorlar. Bu yüzden tıptan mezun olan bir kişi tıp eğitimi sırasında araştırmacı olmaması gerektiğini fark edecek olursa doktor olabilmektedir. Yani geri dönüşü olan bir yola girmiş oluyor ama genetikçilerin durumu öyle değil. Genetik eğitimi sırasında yanlış yerde olduğunu fark edecek olursa yapabileceği tek şey bölümü bırakıp tekrar üniversite sınavlarına hazırlanmak olacaktır. Bu da zaman kaybı demektir. Sonuç olarak, genetik bölümü öğrencisi mezun olduktan sonra sevse de sevmese de genetik mezununun yaptığı işleri (ilaç mümessilliği, biyolog, laborantlık vs) yapmak zorunda kalacaktır.

Peki, bir şekilde genetik bölümüne gelmiş ve halen bu bölümün öğrencisi olanlar ne yapmalı? Bence kendine bazı alternatifler üretmeli yani sadece genetiğe güvenip devam etmemeli. Mesela genetik okurken başka bir bölüm ile çift ana dal programı (ÇAP)’na kayıt yaptırıp mezun olunca ÇAP yaptığı bölümde ilerleyebilir. Eğer bunu yapamıyorsa açık öğretimden ikinci üniversite olarak işletme ya da iktisat bölümünü okumalı ki mezun olduğunda CV’sine yazabileceği ve piyasaya az da olsa hitap eden bir şeyler olsun. Şahsen ben iş başvuruları yaparken bunun eksikliğini çok çektim çünkü özellikle devletin herhangi bir kurumuna başvuru yaptığınızda açık öğretim işletme diplomasının Boğaziçi Genetik diplomasından çok daha değerli olduğunu gördüm. (Şaka yapmıyorum) (Bu arada, açık öğretime kayıt yaptırmak için sınava tekrar hazırlanmak gerekmiyor. Bir üniversite öğrencisi ya da mezunu sınavsız olarak kayıt yaptırılabilir.) Eğer bunu da yapamıyorsa genetik bölümünü bitirdikten sonra master ya da doktora yaparken çalıştığı araştırma alanının piyasaya yönelik olmasına dikkat etmeli ki derecesini aldığında piyasa tarafından aranan bir insan olsun. Eğer bunların hiçbirini yapamıyorsa mezun olduktan sonra 1000-1500 TL civarında maaş alacağını şimdiden bilmeli ve kendini buna hazırlamalıdır. Eğer buna da katlanamayacağını düşünüyorsa ardına bakmadan ilk fırsatta bölümü bırakıp olabildiğince uzaklaşmalı.

Yukarıda bahsettiğim sebeplerden dolayı Türkiye’de genetik bölümünü okumak çok mantıksızdır. Genetik bölümünü özellikle Boğaziçi, ODTÜ, Bilkent, Sabancı, Koç, İTÜ gibi okullarda okuyan kişilerin hepsi üniversiteye giriş sınavında ilk 5.000'e girmiş olan kişilerdir. Hatta bazıları ilk 100'e girmiş olan kişilerdir. Yani bu kişiler Türkiye’nin en zeki insanlarındandır fakat yanlış yönlendirmeler sonucunda yaptıkları tercih yüzünden özellikle benim kullandığım tabir olan "beyin telefi" ile karşılaşmaktadır. Bu yüzden bence genetik bölümü okuyan insanların hepsi Türkiye için teker teker birer kayıptır.

Tam 7 yıl önce genetik bölümünü tercih etmeden önce onlarca kişinin fikrini almıştım ama herkes bana bu bölümün "geleceğin mesleği" ve gözüm kapalı olarak hiç düşünmeden tercih edebileceğimi söylemişti. Bu bölümde yapılan şeyler de uzaktan zevkli duruyordu. Bu yüzden "geleceğin mesleğini" tercih etmiştim. Fakat özellikle mezun olduktan sonra ömrümün dörtte birini harcadığım bu bölümün tam bir fiyasko ve zaman kaybından ibaret olduğunu fark ettim. Ayrıca herkesin dediği gibi "geleceğin mesleği" olmadığını da açık ve net bir şekilde gördüm. 

İnsanların hayatındaki en önemli tercihlerden biri üniversite bölümü tercihidir. Çünkü tercih ettiği andan itibaren abartısız ölene kadar sürekli bununla karşılaşacaktır. Burada yapacağınız hata hayatınızın kalanını pişmanlıkla geçirmenize sebep olabilir. Bu durum benim tanıdığım neredeyse her genetikçide var. Bazıları bunları açık açık söyleyip bazıları da söylemesi durumunda daha da üzüleceğini bildiğinden dillendirememektedir. Böyle bir durumla karşılaşmamak için bence genetik bölümünden olabildiğince uzak durun. Ama yine de tercih edecekseniz bunları göz önünde bulundurup, genetiğin ne olduğunu bilerek tercih edin ki hayal kırıklığına uğramayın.

Herhangi bir sorunuz varsa çekinmeden sorabilirsiniz.